20 Ocak 2014 Pazartesi

Kitap İncelemesi: Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu


Hasan Çetin
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü

       Weber, ''Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu'' kitabında, kapitalizmin nedenini ekonomik ilişkiler yerine ahlaki değerlerde, diğer bir ifadeyle toplumun zihniyet yapısında arıyor. İnsanların bilincinin ekonomik ilişkileri belirlediğini düşünen Weber; kapitalizmin ihtiyacı olan sermaye birikimine yol açtığını öne sürdüğü Protestan ahlak anlayışını irdeliyor. Genel itibariyle de Batı'nın, Ortaçağ'dan günümüz modern toplum yapısına nasıl evrildiği sorusu üzerinde duruyor.
Basit bir tanım yapan Weber'e göre kapitalizm, ''değiş tokuş fırsatlarından kazanç bekleme işi''; yani kazanç fırsatları üzerine kurulu bir eylem. Aslında bu tanımın altında yatan şey şu: daha fazlasını elde etme isteği, kazanç tutkusu, kar hırsı...Ancak Weber'e göre; daha fazlasını elde etmek isteyen bireyler, insanlığın her döneminde vardı. Peki ne oldu da günümüz modern kapitalizm ortaya çıktı, üstelik neden ilk defa Batı'da görüldü? Weber bu soruların cevabına, modern kapitalizmin sadece ''kazanma hırsı'' ile açıklanamayacağını; yani çağdaş kapitalizmin sadece bu ilkel hırstan ibaret olmadığını ifade ederek başlıyor. Bunun yanında, bu ilkel kazanma hırsının, ''rasyonel1 bir çalışma disiplini'' ile birleşiminin ilk kez Batı'da belirdiğini söylüyor. Bu ilkel hırsı dizginleştirip, ''rasyonel bir çalışma disiplini ve örgütlenme şekli'' haline getiren bazı faktörler var O'na göre. Modern kapitalizmin ihtiyaç duyduğunu ifade ettiği bu faktörler, yani kapitalizmin maddi şartları, genel itibariyle şunlar:

  • Hesaplanabilir teknik iş araçları,
  • Muhasebe ve defter tutma yöntemleri,
  • Rasyonel bir hukuk sistemi (kişisel uygulamalardan çok, eşit vakalara eşit biçimde uygulanacak kurallar toplamıdır)
  • Biçimlerle ve kurallarla işleyen işletmelerin varlığı.
Weber'e göre; maddi şartlar dediği bu faktörlerin gerçekleşmediği durumda, dizginleşmemiş ilkel kazanma hırsı ile ''maceraperest ve spekülatif bir ticari kapitalizm'' elbette olabilir. Ancak bu anlayış sonucunda, rasyonel bir biçimde örgütlenmiş, ''değişmez sermaye ve kesin hesaba dayalı özel teşebbüş işletmeleri'' oluşmayacaktır. Yani O'na göre, akılcı çalışma disiplinine sahip, defter tutma ve kayıt sistemi gelişmiş, kurallarla işleyen, sabit sermaye yapısına haiz işletmeler; ihtiyaç duyduğu rasyonel hukuki zeminin de sağlandığı yer olan Batı'da ortaya çıktı. Buradan şöyle bir genel sonuca varabiliriz aslında: Batı medeniyetlerinin, geleneksellikten modern topluma geçişini sağlayan rasyonellik aynı zamanda; rasyonel işletmelerin, rasyonel bir örgütlenme şeklinin; dolayısıyla modern kapitalizmin oluşmasını sağladı.2
Peki maddi şartların yanında, modern kapitalizmin ruhunu oluşturan şey ne? Çağdaş kapitalizmin karakterinin oluşmasına öncülük eden ahlak anlayışı nerden geliyor? Weber, bu soruların cevabının, Protestan ahlak anlayışında yattığını iddia ediyor. Kitabı boyunca da bu tezini çeşitli argümanlarla desteklemeye çalışıyor. İlk olarak Protestanlar ve Katolikler arasındaki anlayış farklılıklarına dikkat çeken Weber'e göre; ''Sermaye sahipleri ve işverenler, hatta işçi sınıfının eğitim görmüş yüksek tabakası ve özellikle çağdaş iş kollarında yüksek düzeyde teknik ya da ticari eğitim görmüş personel, Protestan özellikler taşır.''
Bu iddia doğrultusunda, öğrencilerinden birinin yaptığı bir araştırmada, 1000 Protestan başına düşen sermaye artış vergisinin, 1000 Katolik başına düşen sermaye artış vergisinden yaklaşık 2 kat fazla olduğunu söylüyor. Buradan çıkardığı sonuç ise; Protestanlar Katoliklere göre daha zenginler ve iktisadi hayata katılma konusunda daha istekliler. Katolik ve Protestanların eğitim durumları ve aile çevrelerinden de bahsediyor Weber. Katoliklerin, onları iş ve meslek hayatına hazırlayan okullardaki mezun sayılarının Protestanlara göre çok az olduğunu; Protestanların bu okulları daha çok tercih ettiğini belirtiyor. Ayrıca Katoliklerin, Protestanlar gibi yüksek işçi basamaklarını zorlamadıklarını; aksine, sıklıkla kendi zanaat kollarını koruma eğiliminde olduklarını; bunun sonucunda ise, genelde o dalda ustalaştıklarını söylüyor. Bu da dönemin endüstriyel üretim yapısındaki fabrikalara gelen Katolik ve Protestanlar arasında ciddi fark yaratıyor Weber'e göre. Çünkü Protestanlar, eski iş kollarını terk edip fabrikanın bütünsel eğitiminden geçmeye daha yatkınlarken; Katolikler, genelde mesleklerini koruma eğiliminde olduklarından, Protestanlar ile aynı esnekliği göstermiyorlar. Alıntılar yaparak, Katolik ve Protestan arasındaki ayrımı destekleyen Weber, şöyle söylüyor: ''Katolik daha sakindir. Daha az kazanma güdüsü ile donatılmıştır. Çok az bir geliri de olsa, bu az gelirle olanaklı en emin yaşam biçimini; sonunda ona zenginlik ve onur getirecek yaşam biçimine tercih eder. Atasözü şakayla karışık ya iyi yiyin, ya rahat uyuyun der. Protestanlar çok iyi yerlerken, Katolikler rahat uyumak isterler.''
Genel bir Protestan/Katolik ayrımı yapan Weber, kapitalizmin ruhu ile flört ettiğini düşündüğü Protestan ahlak anlayışının detaylarına girmeden önce, ''ilkel bir kazanma hırsı değil, özel bir ethos'' diye ifade ettiği, kapitalizmin ruhundan bahsediyor. Benjamin Franklin'in şu sözleri ise, Weber'e bu konuda fazlasıyla yardımcı oluyor: ''Zaman paradır, kredi paradır. Para, üretimi güçlendirici ve verimli bir yapıya sahiptir. Para parayı üretir ve daha fazlasını ve daha fazlasını...Borçlarına sadık ve zamanında ödeyen biriysen, diğer insanların gözünde her zaman kredin vardır. Aldığın parayı zamanında öde ki, borç aldığın kişinin kızgınlığı, onun cüzdanının sana kapanmasına neden olmasın...'' Weber'in anlattığı doğrultusunda (bana göre) hızını alamayan B.Franklin ekliyor: ''Şerefli olmak yararlıdır, çünkü kredi sağlar. Dakik olmak, çalışkan olmak, ölçülü olmak da aynı...Bunlar bu yüzden erdemdir.'' Franklin'in bu sözlerinde, kapitalizmin ruhunun dile geldiğini düşünen Weber, Ferdinand Kürnberger'in ''sığırdan donyağı yaparlar, insandan da para'' sözüyle de kapitalizmin ruhundan anlamamız gerekeni özetliyor. Franklin'in kapitalist ruhunun dini temellerini ise, babasının her gün Franklin'e incilden yaptığı şu alıntıya dayandırıyor: ''Mesleğinde azimli olan biri görürsen o, kralların önünde durmalıdır.'' Nihayetinde Weber'in tüm bunlarda gördüğü bir yaşam tekniği değil, özel bir ahlak anlayışı. O'na göre Çin'de, Hindistan'da, Babil'de, Ortaçağ'da da kapitalizm vardı; fakat onlar bu özel ahlak anlayışından yoksundu. Bu yüzden, hem yukarıda saydığımız maddi şartlar hem de bu özel ahlak anlayışı olmadan, çağdaş kapitalizm Weber'e göre, salt kazanma hırsı ile açıklanamaz. ''Üretimi artırmayan şeylerin yararsız olduğunu'' düşünen Franklin'in yararcılık anlayışında bencillikten başka şeylerin olduğu belirten Weber, kapitalizmin ruhuyla ilgili şunları söylüyor: ''Kazanmak insan yaşamının amacıdır, maddi gereksinimlerini karşılayacağı bir araç değil. Bu ihtirassız duyguların bütünüyle doğal olgular diyebileceğimiz olgulara anlamsız dönüşümü, kapitalizmin açık ve o kadar da mutlak temel bir ilkesidir.'' O'na göre, kazanmak insan yaşamının amacı olsa da, bu sınırsız bir açlık durumunu ifade etmez. Sürekli tekrar ettiği üzere (isim vermeden gönderme yaptığı da denilebilir), kapitalizm ile sınırsız kazanma açlığı aynı şeyler değildir. Fırsatların kazanç yaratma eylemi dediği kapitalizm aynı zamanda verimli olmalıdır.
Diğer kültürlerden farklı olarak Batı toplumlarında, sadece Batı'ya özgü bir rasyonellikten sıkça bahseden Weber; bu rasyonelliğin, biçimsel özgür emeğin ussal bir işletme olarak örgütlenmesini sağladığını söyler. Endüstriyel kapitalizmin başlangıcını ise şöyle anlatır: '' Kentteki dağıtıcı ailelerden birine mensup olan genç adam köylere gitti. Üreticilerini kendi gereksinimlerine göre dikkatle seçti. Onları bağımsızlaştırarak denetimi altında gelişmelerini sağladı. Köylü olmaktan çıkarıp işçi yaptı. Öte yandan da üretilen örneklerin, olanaklı en doğrudan gidişle en son tüketiciye ulaşmasını sağladı, bu genç adam. Perakende satışları kendi elinde topladı. Müşterileri her yıl ziyaret ederek onları tek tek kaydetti. Her şeyden önce, üretilen ürünün niteliği ile kulanıcıların istek ve gereksinimlerinin uyuşmasını sağladı. Tüketicilerin hoşuna gideceğini bilerek ucuz fiyat, geri dönüşüm ilkesini uygulamaya başladı. Böyle bir ussallaşma süreci ise acımasız bir rekabete neden oldu. Eski saflık bozuldu, epey servet kazanıldı. Bu servet faize yatırılmayıp tekrar işletmede kullanıldı. Eski rahat ve sakin yaşam yerini katı kuruluğa bıraktı. Bu yeni düzene katılanlar yükseldi. Çünkü onlar harcamak değil kazanmak istiyorlardı.''
Weber'in kapitalist ruh ile anlatmak istediği özetle, belirlenmiş bir ahlak görünümü altında, kurallara bağlı bir yaşam biçimidir. İşte bu kapitalist ruhun Weber'e göre, ilk önce mücadele etmek zorunda olduğu düşman, geleneksellik olarak adlandırılabilecek her çeşit duygu ve davranıştır. Burada Weber, ''parça başı ücret'' yönteminin geleneksellikle çakıştığından bahseder. Öyle ki, çağdaş işverenin, işçilerden olanaklı en yüksek verimi elde etmek için kullandığı yöntem parça başı ücret yöntemidir. Yalnız burada bir sorun vardır. İşverenin işçiyi teşvik ederek, onun verimini; dolayısıyla kendi üretimini artırmak amacıyla parça başı ücreti artırması, üretimin yükselmesi yerine azalmasına neden olmuştur. Çünkü işçi, ücretinin artmasına, üretimini artırarak değil azaltarak cevap vermiştir. Parça başı ücretin artması durumunda, işverenin istediği verimi sağlaması için işçi, daha fazla üretecek, dolayısıyla daha çok zaman harcayacaktır. Ancak ''daha fazla ne kadar kazanabilirim'' diye sormayan, sadece gündelik ihtiyacını karşılamakla yetinen, ''az çalışıp geçimimi sağlamak, çok çalışıp fazla kazanmaktan iyidir'' diyen işçi, işverenin bu yöndeki beklentisini karşılamaz. İşte Weber'e göre, işveren açısından bu geleneksellikle mücadele etmenin yolu; parça başı ücreti düşürerek, geçimlik kazancına ulaşabilmesi için işçiyi, eskisinden daha fazla çalışıp daha çok üretmeye zorlamaktır. Kapitalizmin ''düşük ücretin verimli olduğu'' inancının buradan geldiği belirten Weber, bir alıntı yaparak durumu çok net bir şekilde özetler: ''Halk, yalnızca fakir olduğu için ve fakir olduğu sürece çalışır.''
Kapitalist ruhtan etraflıca bahsettikten sonra Weber, Roma Katolik Kilisesi'nin; günahları bağışlaması, tek taraflı kutsal kitap yorumları, hüküm çıkarmayı kendi tekelinde bulundurması gibi hususlarına karşı çıkarak, kiliseye yönelik ilk itirazı başlatan (Protestan kelimesi de buradan yani protesto etmekten gelmektedir) Martin Luther'in ''meslek'' kavramına değinir. Meslek sözcüğünün köklerine inen Weber, bu kelimenin İngilizce ''calling'' sözcüğünden geldiğini, bu sözcüğün temelinde yatan şeyin ise seslenmek/çağırmak olduğu söyler. Bu anlamda ''meslek'', kişinin Tanrı tarafından yapmaya çağrıldığı iştir. Weber'in anlattığına göre, Luther'in bu konudaki görüşleri Ortaçağ'ın teolojik yorumuna bağlıdır. Yani Luther'in öğretisinde dini yaşam, duygu kültürüne bağlı olup, birazdan bahsedeceğim Kalvinizm'den oldukça farklıdır. Luther'e göre: ''Parayı faize vermek ve bireylerin servet peşinde koşmaları doğru değildir. Mesleğin yerine getirilmesi ise ahlaki anlamda en yüksek eylem ve en üstün ibadet şeklidir. Keşişce bir yaşam biçimi, bencilliğin ve dünya ödevlerinden kendisini sıyıran bir sevgisizliğin ürünüdür. Meslek uğraşısı komşu sevgisinin bir dışavurumudur. Ekonomik birimlerim çalışmaları bir anlamda öteki için çalışmaktır.'' Weber'in anlattığına göre, Luther'in faiz ve servet peşinde koşma ile ilgili görüşleri kaybolup gitmiş; kendinden sonrakilere, daha önce bahsettiğimiz (katı ve ustalaşma eğilimli) Katolik geleneksel meslek anlayışını yıkan ve kapitalizmin ihtiyacı olan meslek anlayışının temellerini atan şu şatırlar kalmıştır: ''Her türlü koşullar altında dünyevi ödevin yerine getirilmesi Tanrıyı hoşnut kılan tek yaşam biçimidir. Bu yüzden de onaylanmış(insani ve ahlaki olmayanlar dışında) her meslek, Tanrı katında aynı değere sahiptir.''
Luther'in başlatmış olduğu protesto, daha sonra yaygınlaşmış ve Protestan mezheplerini ortaya çıkarmıştır. İlk olarak Kalvinizm; Jean Calvin'in başlattığı hareket olup, 17.yy. boyunca kapitalizmin en fazla geliştiği İngiltere, Hollanda, Fransa gibi ülkelerde etkili olmuştur. Görüşe göre, çalışkan ve dürüst olanlar, dünya nimetlerinden uzak durarak ibadet edenler, Tanrı'nın selametine hak kazanırlar. Temelde günah olan şeyler ise lüks yaşam, savurganlık ve tembelliktir. İkincisi Pietizm'dir. Dünyevi şeyleri inkar eden, aşırı dindar, asketik bir anlayışa sahiptir. Kalvinizm'de olduğu gibi Pietizm de -birazdan bahsedeceğim üzere- ilahi takdir öğretisine bağlı bir mezheptir. Üçüncüsü Metodizm'dir. John Wesley'in yaydığı bir Protestan mezhebidir. İşçi sınıfına manevi anlamda umut ve güven kazandırdığı söylenen bu mezhebin, kitlelere; azla yetinip çok çalıştıkları halde, İsa'nın kurtarıcılığına erecekleri yönünde öğütler verdiği söylenir. Günlük hayatta metodik (hesaplı ve dakik oldukları) biz düzen takip ettikleri için Metodistler olarak adlandırılırlar. Dördüncüsü Baptizm'dir. Protestanların çoğuyla aynı temel inançları taşırlar ve cemaat şeklinde örgütlenmişlerdir. Ek olarak Püritenlık kavramına değinmek gerekir. Bu kavramın, Protestan kelimesiyle aynı anlamda kullanıldığı söylenir. Katı ve muhafazakar değerlere sahip olan bu mezhep, Protestanlığın özünün korunması gerektiğini savunudur. Weber'e göre, daha önce bahsettiğimiz B.Franklin de Püriten bir düşünürdür. Püriten tücarrlarda rasyonellik, düzenli çalışma ve süreklilik, Tanrı'nın emrine boyun eğme olarak kendini göstermiştir. Ayrıca Weber, modern bireyselciliğin temellerinin (Püritenlik gibi, asketik) Protestan mezheplere dayandığını söyler. Protestanlar, Tanrı'nın iyi niyetlileri zenginlikle mükafatlandıracağı anlayışını ibadetle bağ kurup güçlendirmişler, hatta Metodistler ticari ahlak konularında vaazlar bile vermişlerdir. Weber'e göre, ABD'deki iktisadi gelişimi sağlayan zihniyet üzerinde (sorumluluk sahibi olmak ve çalışkanlık konularında katı ve mükemmeliyetçi bir anlayışa sahip), Püritenlik ve Baptizm etkili olmuştur. Weber'in ABD yorumu ise özetle şu şekildedir: ''Amerikalı girişimciler' in, endüstri şeflerinin, multi-milyonerlerin ve tröst krallarının arasında resmen bir mezhebe, en çok da Baptistlere üye olanların sayısı az değildir, hatta eski kuşaktan olanların çoğunluğunun üye olduğu söylenebilir... Protestanların düzenli yaşam nitelikleri ve ilkeleri, bu dinsel toplulukların benimsediği tutumlar yaygınlaşmasaydı, kapitalizm bugünkü ulaştığı yere, Amerika'da bile gelemezdi...''
Hollanda, İngiltere, ABD ve Almanya gibi Protestanlık mezhebinin etkili olduğu ülkelerin, Katolik mezhebini muhafaza eden diğer Avrupa ülkelerine göre, ekonomik anlamda daha gelişmiş olduğunu vurgulayan Weber; Batı medeniyetleri ile dünyanın diğer bölgelerindeki dini anlayış farklılıklarının da benzer sonuçlara yol açtığını söyler. O'na göre kazanma isteği ile rasyonel bir çalışma disiplinin birleşimi ilk kez Batı'da görülmüştür. Bunun bir nedeni de dünyanın diğer bölgelerindeki dinlerin, mistik bir yapıya dönüşmesinden kaynaklanan iktisadi gelişmeye uygun olmamalarıdır. Hristiyanlık üzerinde gerçekleşen reform, bu dinlerde gerçekleşmediği gibi, Prostestanlıkta var olan -birazdan bahsedeceğim- dünyaya dönük bir asketik anlayışa da sahip değildirler.
Protestan anlayışı ile kapitalizmin rasyonel ruhunun örtüştüğünü düşünen Weber, Protestanlığın ahlak öğretilerinin, temelde Kalvinci ilahi takdir öğretisine dayandığından bahseder.
İlahi takdir öğretisinin ana hatları şöyledir:
  • Dünyayı yaratan ve yöneten, insanların sınırlı akıllarının kavrayamayacağı mutlak ve yüce bir Tanrı vardır.
  • Her birimizin kurtuluşu ya da lanetlenmesi Tanrı tarafından önceden belirlenmiş olup, kişinin kendi çabasıyla önceden belirlenen bu kaderi değiştirmesi mümkün değildir.
  • Tanrı dünyayı keni şanı için yaratmıştır.
  • İster seçilmiş, ister lanetlenmiş olsun insanın ödevi, Tanrı'nın şanı için çalışmak ve yeryüzünde onun hakimiyetini kurmaktır.
  • İnsan için kurtuluş ise; ancak Tanrı'nın merhametiyle mümkündür.
Protestan mezheplerinin ortak noktası olan ilahi takdir öğretisinin, kapitalizmin gelişmesini olanak sağlayan iktisadi yönünden bahsetmek gerekir. Öğretiye göre, çalışmak bir fazilettir ve insan dünyada mesleğini -Luther'den kalan meslek anlayışıdır bu- kendisi seçebilir. Ayrıca Protestanlığın ''kurtuluşu bahşetmenin sadece Tanrı'nın elinde olduğu'' görüşü, kilise ve din adamları gibi aracıların dışlanmasına yol açmıştır. Çünkü kimin seçilmiş ya da kimin lanetlenmiş olduğuna sadece Tanrı karar verebilir, kilise ve din adamları değil. Weber'e göre, Tanrı ile kul arasındaki aracıyı reddetme görüşü, bireyleri doğal düzene yöneltmiştir.
Her şeyin, Tanrı'nın takdirine bağlı olduğunu belirten ilahi takdir öğretisine göre bireyler, bu dünyada seçilmiş ya da lanetlenmiş olduklarını bilemezler. Fakat bu Tanrı tarafından bilinir ve aslında önceden bellidir. Calvin'in kader anlayışı da bu şekildedir. Calvin'e göre insanlar eşit şartlarda yaratılmamıştır, bazı insanlar için seçilmişlik söz konusu iken bazıları için de sonsuz lanetlenme söz konusudur. Kalvinizm mezhebinde bu seçilmişlik/lanetlenmişlik belirsizliğinin verdiği korkudan kurtulmak için bireyler, çalışmaya yönlendirilir. Bu dünyada çok çalışarak seçilmişliklerinin işaretlerini aramalı ve bundan emin olmak için de mesleklerini en iyi şekilde yerine getirmelidirler. Çünkü bu belirsizikten kurtulmanın en iyi yolu budur. Ek olarak, bağışlanmanın koşulu da çok çalışmaktan geçer. Bunun yanında Calvin, serveti de hor görmez. Ona göre servet sahibi olmak Ortaçağ'daki gibi utanç verici bir durum değildir. Çalışıp para kazanmanın erdemli bir davranış olduğunu düşünen Calvin, iktisadi gayretleri över. Kazanmak, iş ahlakını ve kutsal güveni yerine getirmenin yoludur, der. Faizin yoksullara verilen borçtan alınmadığı müddetçe meşru olduğunu düşünen Calvin, İncil ve Tevrat'taki faiz yasağının fakirlere verilen borç para ile ilgili olduğunu ileri sürer.
Weber'e göre, Avrupa'nın Kalvinizmi kısmen kabul etmiş bölgelerinde ekonomi hızla gelişmiştir. Çünkü keşişçe yaşanan Protestanlığın, iç disipline ve çalışmaya ağır bir biçimde önem verişiyle, modern kapitalizmin ruhu örtüşmektedir. İlahi takdir öğretisinin çok çalışmayı, çok kazanmayı ve bunu Tanrı için yapmayı emretmesinin yanında, Protestanlığın -tüm Protestanlarda görülmemekle beraber- kapitalizmin ihtiyaç duyduğu önemli bir yönü daha vardır: -dünyaya dönük bir- Asketik anlayış.
Asketizm, dünya nimetlerinden vazgeçerek, ilahi amaçlara yönelme ile ruhun kurtuluşa ereceğini ifade eden görüştür. Maddi dünyadan vazgeçerek, manevi dünyanın önemi vurgulayan bu görüş; aslında, Protestanların sermaye birikimine yol açmalarının kilit noktasıdır. Ancak Weber, Protestanlığın barındırdığı bu asketik anlayışın, dünya içi (dünyaya dönük, dünyevileşme) şeklinde gerçekleştiğini belirtir. Dünya içi asketik anlayış, salt çileci mistik anlayıştan -asketizmin bir anlamda dünya dışı, yani ahirete dönük şeklinden- oldukça farklıdır. Aktif asketizm de dediği dünyaya dönük asketik anlayışta inananların eylem alanı dünyadır. Onlar için amaç, mistizmde olduğu gibi ''oluş'' değil, ''eylem''dir. Mistizmde inananlar, ilahi gücün ''kabı'' iken; dünyaya dönük asketizmde ilahi gücün ''aletleri''dirler. Çok çalışıp, çok üretip bunu Tanrı için yaptıklarını düşünen insanlar, Weber'e göre, bu anlayış sayesinde, kazandıklarını dilediği gibi harcayamadıkları gibi kapitalizmin ihtiyaç duyduğu sermaye birikimine de neden olmuşlardır.
İlahi takdir öğretisinin ve asketik anlayışın bütünleştiği, bir İngiliz Protestan rahibin şu sözleri Protestan ahlakını özetler niteliktedir: ''Kimin kurtarılacağını, kimin cehenneme gideceğini ancak Tanrı bilir. Fakat kişinin mesleğindeki başarısı, onun seçkinler arasında olduğunun işaretidir. Servet kazanan tacir başarısında, Tanrı'nın onu seçmiş olduğunun kanıtını görür. Ancak, sakın servetini lüks yaşam için kullanma, zira bu cehenneme götüren yoldur. Zenginliğini halkın faydası için kullan ve cemaat için bir işe yara...''
Asketik protestan ahlakı, inananlara bu dünya nimetlerinden sakınmayı öğütler. Kapitalizmin de rasyonel bir örgütlenmeyle beraber, üretim araçlarının gelişimini sağlamak ve yeniden üretmek için karın büyük bir kısmının tüketilmeyip biriktirilmesine ihtiyacı vardır. İşte kapitalizmin aradığı bu sermaye birikimi; çok çalışıp, çok üretip, az tüketerek, lükse ve gereksiz harcamaya kaçmayan Protestan ahlakında yatar. Weber'e göre: ''Protestan ahlakı, yüksek kar anlayışını, yaşam zevklerinden yararlanmak için değil, her zaman daha fazla üretmek isteğiyle meşrulaştırır.'' Yani, Asketik Protestanlar çok çalıştılar; yaşam zevklerinden yararlanmak için değil, daha fazla üretmek isteğinden doğan yüksek kar anlayışları sonucu çok kazandılar ve biriktirdiler. Asketik anlayıştan kaynaklanan nefsin arzularına direnme ilkesi, biriktirdiklerini ölçüsüz harcamalarına izin vermedi. Bunun yanında servetlerinin atıl kalmasına da izin vermedi, daha çok üretmek için daha çok yatırım yaptılar. Nihayetinde Weber'e göre: ''Asketizmin tasarrufu zorlaması ile biriken sermaye, kazanılmış olanın tüketilmesine karşı konulan engeller, sermayenin üretken kullanımını sağlamıştır.''
Protestanlığın meslek öğretilerinin ise rasyonel bir yaşam biçimi ortaya çıkardığını belirten Weber'e göre: ''Protestan ahlakının ekonomik hayata kazandırdığı en önemli erdem, bir meslek içinde düzenli ve metodik çalışmanın dini görev olduğudur.'' Burada belirtmek gerekir ki, Weber'e göre kapitalist ekonomik sistem salt reformun ürünü değildir. Ancak reformun yol açtığı mesleki anlayış ve Protestan etkiler, devamında kapitalist ruhla flört etmiştir.
Tüketimi sınırlandırıcı ve kazanç peşinde koşmayı serbest bırakan öğretiler O'na göre, mesleki erdeme dönüşmüştür. Fakat zamanla dini kökler yok olmuş ve yerini dünyevi yararcılığa bırakmıştır. Yani Weber'e göre başlangıçta aşırı dindarlıkla (asketizm ile) ortaya çıkan bu anlayış, sonradan bireysel yararcılığa evrilmiştir. Başlangıçta, -daha önce belirttiğim- maddi şartlarla beraber Protestan ahlakının iktisadi gelişmeye yön verdiğini söyleyen Weber; gelişim sağlandıktan sonra kapitalizmin Protestanlığı belirlemeye başladığını ifade eder. Dinin belirleyen konumdan belirlenen konuma geçmesini ise ''dünyanın büyüsünün bozulması'' olarak niteler. Protestanların zamanla eski duyarlılıklarını yitirdiklerini belirten Weber, kapitalizmin Protestanlığa yön vermeye başlaması konusuna ise yeterince değinmemektedir.
Sonuç olarak Weber kitabında, kapitalizmin oluşumundaki ahlaki temelleri irdelemiştir. Bu doğrultuda da toplumsal ve iktisadi gelişmeye yön veren unsurlar arasında, zihniyet faktörünün önemini göstermeye çalışmıştır. Kapitalizmin başlangıcında ortaya çıkan Katolik gelenekselliği sorununun ise Kilise Reformu'nun ön ayak olduğu Protestan meslek ahlakı ile aşıldığını, bu meslek anlayışının çalışma disiplinin de bireyciliği doğurduğunu belirtmiştir. Protestanlığın, ''seçilmişliğin izlerini aramanın çok çalışmaktan geçtiğini öngören'' ilahi takdir öğretisi ile ''kazandıklarını harcamama konusunda, nefsin arzulara direnmesini sağlayan'' dünya içi asketik anlayışının, kapitalizmin ihtiyacı olan sermaye birikimine yol açtığını ifade etmiştir. İlkel bir kazanma hırsı değil, özel bir ahlak dediği kapitalist ruh, O'na göre; Protestan ahlakı ile örtüşmektedir.
Marx'a göre toplum yapısı, alt yapı ve üst yapıdan oluşmaktadır. Ekonomik ilişkiler alt yapıyı oluştururken; din, hukuk, siyaset gibi kurumlar üst yapıyı oluşturur. Marx'a göre ilişkinin yönü aşağıdan yukarıya doğrudur. Yani insanlar üretim işlerinde, kendi iradelerinden bağımsız olarak zorunlu bir takım ilişkilere girerler. Bu üretim ilişkileri ise toplumun ekonomik yapısını oluşturur. Toplumsal bilincin belirli biçimleri olarak ifade edilen kanun ve politika gibi üst yapılar, hep bu gerçeklik (yani üretim ilişkileri tarafından belirlenme) üzerine kurulmuştur. Maddi hayattaki üretim ilişkileri ve üretim biçimi; manevi toplumsal oluşumların karakterini belirler. İnsanların bilinci onların geçim yolunu belirlemez. Tam tersine geçim yolu, onların bilincini belirler. Weber'e göre ise ilişkinin yönü, üst yapıdan alt yapıya doğrudur. Yani Marx'ın dediğinin tersine üst yapı olan din, alt yapı olan ekonomik ilişkileri belirlemiştir. Özetle insanların bilinci, geçim yolunu belirlemiştir. Ancak Weber, zamanla kapitalizmin Protestanlığa yön verdiğini de söyleyerek, bunu ''dünyanın büyüsünün bozulması'' olarak nitelendirmiştir.
Batı medeniyetlerinin, geleneksel toplum yapısından modern toplum yapısına geçişinin; reform ile başlayan rasyonelleşme süreci3 sonucunda olduğunu belirten Weber: ''Yeni kapitalist düzenle, birer hiç olan ruh yoksunu uzmanlık insanlarının (kapitalist ruhtan yoksun Katolik geleneksel meslek anlayışına sahip, ustalaşma eğilimli insanlar) ve yürek yoksunu zevk insanlarının (Ortaçağ'da zevkine, harcamasına düşkün, kötü gözle bakılan servet sahibi insanlar), daha önce ulaşmadıkları bir insanlık düzeyine eriştiklerini'' ifade eder.





1 Weber'in sıkça bahsettiği rasyonellik, en yalın ifadeyle; duygusallıktan ve geleneksellikten uzak bir biçimde davranışlarda mantıklı, tutarlı ve hesaplı olmak denilebilir.
2 Iktisadi anlamda rasyonalizm ise, kazanç fırsatlarını; alışılmış kalıpların ve geleneklerin dışına çıkarak, akıl ve hesap çerçevesinde değerlendirmektir, diyebiliriz.

3 Nicolaus Copernicus'un, Kilise'nin dediği gibi her şeyin Dünya'nın etrafında değil Güneş'in etrafında döndüğünü iddia eden teorisiyle başlayan bilimsel rasyonelleşme süreci, Giordano Bruno'nun Copernicus Teorisi'ni savunarak, evrenin sonsuz olduğunu ve sonsuz evrende Dünya'dan başka bir çok gezegenin olduğunu söylemesiyle devam etmiş; Galileo Gelilei'nin basit bir dürbünden ilham alarak, bunu teleskoba çevirmesi ve Jupiter'in uydularını izleyerek her şeyin Dünya'nın etrafında dönmediğini ispatından; Isaac Newton'un, evrenin mutlak fizik kanunlarının olduğu yönündeki görüşleriyle beraber, insan aklına olan güvenin pozitif bilimlerin yanı sıra toplumsal bilimleri de şekillendirmesiyle, toplum yapısının doğal düzene tabi olduğu anlayışının doğmasına kadar uzanmıştır, denilebilir.