Hasan Çetin
Abant İzzet Baysal ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü
Weber,
''Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu'' kitabında, kapitalizmin
nedenini ekonomik ilişkiler yerine ahlaki değerlerde, diğer bir
ifadeyle toplumun zihniyet yapısında arıyor. İnsanların
bilincinin ekonomik ilişkileri belirlediğini düşünen Weber;
kapitalizmin ihtiyacı olan sermaye birikimine yol açtığını öne
sürdüğü Protestan ahlak anlayışını irdeliyor. Genel
itibariyle de Batı'nın, Ortaçağ'dan günümüz modern toplum
yapısına nasıl evrildiği sorusu üzerinde duruyor.
Basit bir tanım yapan Weber'e göre kapitalizm, ''değiş tokuş
fırsatlarından kazanç bekleme işi''; yani kazanç fırsatları
üzerine kurulu bir eylem. Aslında bu tanımın altında yatan şey
şu: daha fazlasını elde etme isteği, kazanç tutkusu, kar
hırsı...Ancak Weber'e göre; daha fazlasını elde etmek isteyen
bireyler, insanlığın her döneminde vardı. Peki ne oldu da
günümüz modern kapitalizm ortaya çıktı, üstelik neden ilk
defa Batı'da görüldü? Weber bu soruların cevabına, modern
kapitalizmin sadece ''kazanma hırsı'' ile açıklanamayacağını;
yani çağdaş kapitalizmin sadece bu ilkel hırstan ibaret
olmadığını ifade ederek başlıyor. Bunun yanında, bu ilkel
kazanma hırsının, ''rasyonel1
bir çalışma disiplini'' ile birleşiminin ilk kez Batı'da
belirdiğini söylüyor. Bu ilkel hırsı dizginleştirip,
''rasyonel bir çalışma disiplini ve örgütlenme şekli'' haline
getiren bazı faktörler var O'na göre. Modern kapitalizmin ihtiyaç
duyduğunu ifade ettiği bu faktörler, yani kapitalizmin maddi
şartları, genel itibariyle şunlar:
- Hesaplanabilir teknik iş araçları,
- Muhasebe ve defter tutma yöntemleri,
- Rasyonel bir hukuk sistemi (kişisel uygulamalardan çok, eşit vakalara eşit biçimde uygulanacak kurallar toplamıdır)
- Biçimlerle ve kurallarla işleyen işletmelerin varlığı.
Weber'e göre; maddi şartlar dediği bu faktörlerin
gerçekleşmediği durumda, dizginleşmemiş ilkel kazanma hırsı
ile ''maceraperest ve spekülatif bir ticari kapitalizm'' elbette
olabilir. Ancak bu anlayış sonucunda, rasyonel bir biçimde
örgütlenmiş, ''değişmez sermaye ve kesin hesaba dayalı özel
teşebbüş işletmeleri'' oluşmayacaktır. Yani O'na göre, akılcı
çalışma disiplinine sahip, defter tutma ve kayıt sistemi
gelişmiş, kurallarla işleyen, sabit sermaye yapısına haiz
işletmeler; ihtiyaç duyduğu rasyonel hukuki zeminin de sağlandığı
yer olan Batı'da ortaya çıktı. Buradan şöyle bir genel sonuca
varabiliriz aslında: Batı medeniyetlerinin, geleneksellikten modern
topluma geçişini sağlayan rasyonellik aynı zamanda; rasyonel
işletmelerin, rasyonel bir örgütlenme şeklinin; dolayısıyla
modern kapitalizmin oluşmasını sağladı.2
Peki maddi şartların yanında, modern kapitalizmin ruhunu oluşturan
şey ne? Çağdaş kapitalizmin karakterinin oluşmasına öncülük
eden ahlak anlayışı nerden geliyor? Weber, bu soruların
cevabının, Protestan ahlak anlayışında yattığını iddia
ediyor. Kitabı boyunca da bu tezini çeşitli argümanlarla
desteklemeye çalışıyor. İlk olarak Protestanlar ve Katolikler
arasındaki anlayış farklılıklarına dikkat çeken Weber'e göre;
''Sermaye sahipleri ve işverenler, hatta işçi sınıfının
eğitim görmüş yüksek tabakası ve özellikle çağdaş iş
kollarında yüksek düzeyde teknik ya da ticari eğitim görmüş
personel, Protestan özellikler taşır.''
Bu iddia doğrultusunda, öğrencilerinden birinin yaptığı bir
araştırmada, 1000 Protestan başına düşen sermaye artış
vergisinin, 1000 Katolik başına düşen sermaye artış vergisinden
yaklaşık 2 kat fazla olduğunu söylüyor. Buradan çıkardığı
sonuç ise; Protestanlar Katoliklere göre daha zenginler ve
iktisadi hayata katılma konusunda daha istekliler. Katolik ve
Protestanların eğitim durumları ve aile çevrelerinden de
bahsediyor Weber. Katoliklerin, onları iş ve meslek hayatına
hazırlayan okullardaki mezun sayılarının Protestanlara göre çok
az olduğunu; Protestanların bu okulları daha çok tercih ettiğini
belirtiyor. Ayrıca Katoliklerin, Protestanlar gibi yüksek işçi
basamaklarını zorlamadıklarını; aksine, sıklıkla kendi zanaat
kollarını koruma eğiliminde olduklarını; bunun sonucunda ise,
genelde o dalda ustalaştıklarını söylüyor. Bu da dönemin
endüstriyel üretim yapısındaki fabrikalara gelen Katolik ve
Protestanlar arasında ciddi fark yaratıyor Weber'e göre. Çünkü
Protestanlar, eski iş kollarını terk edip fabrikanın bütünsel
eğitiminden geçmeye daha yatkınlarken; Katolikler, genelde
mesleklerini koruma eğiliminde olduklarından, Protestanlar ile aynı
esnekliği göstermiyorlar. Alıntılar yaparak, Katolik ve Protestan
arasındaki ayrımı destekleyen Weber, şöyle söylüyor: ''Katolik
daha sakindir. Daha az kazanma güdüsü ile donatılmıştır. Çok
az bir geliri de olsa, bu az gelirle olanaklı en emin yaşam
biçimini; sonunda ona zenginlik ve onur getirecek yaşam biçimine
tercih eder. Atasözü şakayla karışık ya iyi yiyin, ya rahat
uyuyun der. Protestanlar çok iyi yerlerken, Katolikler rahat uyumak
isterler.''
Genel bir Protestan/Katolik ayrımı yapan Weber, kapitalizmin ruhu
ile flört ettiğini düşündüğü Protestan ahlak anlayışının
detaylarına girmeden önce, ''ilkel bir kazanma hırsı değil,
özel bir ethos'' diye ifade ettiği, kapitalizmin ruhundan
bahsediyor. Benjamin Franklin'in şu sözleri ise, Weber'e bu konuda
fazlasıyla yardımcı oluyor: ''Zaman paradır, kredi paradır.
Para, üretimi güçlendirici ve verimli bir yapıya sahiptir. Para
parayı üretir ve daha fazlasını ve daha fazlasını...Borçlarına
sadık ve zamanında ödeyen biriysen, diğer insanların gözünde
her zaman kredin vardır. Aldığın parayı zamanında öde ki, borç
aldığın kişinin kızgınlığı, onun cüzdanının sana
kapanmasına neden olmasın...'' Weber'in anlattığı
doğrultusunda (bana göre) hızını alamayan B.Franklin ekliyor:
''Şerefli olmak yararlıdır, çünkü kredi sağlar. Dakik
olmak, çalışkan olmak, ölçülü olmak da aynı...Bunlar bu
yüzden erdemdir.'' Franklin'in bu sözlerinde, kapitalizmin
ruhunun dile geldiğini düşünen Weber, Ferdinand Kürnberger'in
''sığırdan donyağı yaparlar, insandan da para'' sözüyle
de kapitalizmin ruhundan anlamamız gerekeni özetliyor. Franklin'in
kapitalist ruhunun dini temellerini ise, babasının her gün
Franklin'e incilden yaptığı şu alıntıya dayandırıyor:
''Mesleğinde azimli olan biri görürsen o, kralların önünde
durmalıdır.'' Nihayetinde Weber'in tüm bunlarda gördüğü
bir yaşam tekniği değil, özel bir ahlak anlayışı. O'na göre
Çin'de, Hindistan'da, Babil'de, Ortaçağ'da da kapitalizm vardı;
fakat onlar bu özel ahlak anlayışından yoksundu. Bu yüzden, hem
yukarıda saydığımız maddi şartlar hem de bu özel ahlak
anlayışı olmadan, çağdaş kapitalizm Weber'e göre, salt kazanma
hırsı ile açıklanamaz. ''Üretimi artırmayan şeylerin yararsız
olduğunu'' düşünen Franklin'in yararcılık anlayışında
bencillikten başka şeylerin olduğu belirten Weber, kapitalizmin
ruhuyla ilgili şunları söylüyor: ''Kazanmak insan yaşamının
amacıdır, maddi gereksinimlerini karşılayacağı bir araç değil.
Bu ihtirassız duyguların bütünüyle doğal olgular
diyebileceğimiz olgulara anlamsız dönüşümü, kapitalizmin açık
ve o kadar da mutlak temel bir ilkesidir.'' O'na göre, kazanmak
insan yaşamının amacı olsa da, bu sınırsız bir açlık
durumunu ifade etmez. Sürekli tekrar ettiği üzere (isim vermeden
gönderme yaptığı da denilebilir), kapitalizm ile sınırsız
kazanma açlığı aynı şeyler değildir. Fırsatların kazanç
yaratma eylemi dediği kapitalizm aynı zamanda verimli olmalıdır.
Diğer kültürlerden farklı olarak Batı toplumlarında, sadece
Batı'ya özgü bir rasyonellikten sıkça bahseden Weber; bu
rasyonelliğin, biçimsel özgür emeğin ussal bir işletme olarak
örgütlenmesini sağladığını söyler. Endüstriyel kapitalizmin
başlangıcını ise şöyle anlatır: '' Kentteki dağıtıcı
ailelerden birine mensup olan genç adam köylere gitti.
Üreticilerini kendi gereksinimlerine göre dikkatle seçti. Onları
bağımsızlaştırarak denetimi altında gelişmelerini sağladı.
Köylü olmaktan çıkarıp işçi yaptı. Öte yandan da üretilen
örneklerin, olanaklı en doğrudan gidişle en son tüketiciye
ulaşmasını sağladı, bu genç adam. Perakende satışları kendi
elinde topladı. Müşterileri her yıl ziyaret ederek onları tek
tek kaydetti. Her şeyden önce, üretilen ürünün niteliği ile
kulanıcıların istek ve gereksinimlerinin uyuşmasını sağladı.
Tüketicilerin hoşuna gideceğini bilerek ucuz fiyat, geri dönüşüm
ilkesini uygulamaya başladı. Böyle bir ussallaşma süreci ise
acımasız bir rekabete neden oldu. Eski saflık bozuldu, epey servet
kazanıldı. Bu servet faize yatırılmayıp tekrar işletmede
kullanıldı. Eski rahat ve sakin yaşam yerini katı kuruluğa
bıraktı. Bu yeni düzene katılanlar yükseldi. Çünkü onlar
harcamak değil kazanmak istiyorlardı.''
Weber'in kapitalist ruh ile anlatmak istediği özetle, belirlenmiş
bir ahlak görünümü altında, kurallara bağlı bir yaşam
biçimidir. İşte bu kapitalist ruhun Weber'e göre, ilk önce
mücadele etmek zorunda olduğu düşman, geleneksellik olarak
adlandırılabilecek her çeşit duygu ve davranıştır. Burada
Weber, ''parça başı ücret'' yönteminin geleneksellikle
çakıştığından bahseder. Öyle ki, çağdaş işverenin,
işçilerden olanaklı en yüksek verimi elde etmek için kullandığı
yöntem parça başı ücret yöntemidir. Yalnız burada bir sorun
vardır. İşverenin işçiyi teşvik ederek, onun verimini;
dolayısıyla kendi üretimini artırmak amacıyla parça başı
ücreti artırması, üretimin yükselmesi yerine azalmasına neden
olmuştur. Çünkü işçi, ücretinin artmasına, üretimini
artırarak değil azaltarak cevap vermiştir. Parça başı ücretin
artması durumunda, işverenin istediği verimi sağlaması için
işçi, daha fazla üretecek, dolayısıyla daha çok zaman
harcayacaktır. Ancak ''daha fazla ne kadar kazanabilirim'' diye
sormayan, sadece gündelik ihtiyacını karşılamakla yetinen, ''az
çalışıp geçimimi sağlamak, çok çalışıp fazla kazanmaktan
iyidir'' diyen işçi, işverenin bu yöndeki beklentisini
karşılamaz. İşte Weber'e göre, işveren açısından bu
geleneksellikle mücadele etmenin yolu; parça başı ücreti
düşürerek, geçimlik kazancına ulaşabilmesi için işçiyi,
eskisinden daha fazla çalışıp daha çok üretmeye zorlamaktır.
Kapitalizmin ''düşük ücretin verimli olduğu'' inancının
buradan geldiği belirten Weber, bir alıntı yaparak durumu çok net
bir şekilde özetler: ''Halk, yalnızca fakir olduğu için ve
fakir olduğu sürece çalışır.''
Kapitalist ruhtan etraflıca bahsettikten sonra Weber, Roma Katolik
Kilisesi'nin; günahları bağışlaması, tek taraflı kutsal kitap
yorumları, hüküm çıkarmayı kendi tekelinde bulundurması gibi
hususlarına karşı çıkarak, kiliseye yönelik ilk itirazı
başlatan (Protestan kelimesi de buradan yani protesto etmekten
gelmektedir) Martin Luther'in ''meslek'' kavramına değinir. Meslek
sözcüğünün köklerine inen Weber, bu kelimenin İngilizce
''calling'' sözcüğünden geldiğini, bu sözcüğün temelinde
yatan şeyin ise seslenmek/çağırmak olduğu söyler. Bu anlamda
''meslek'', kişinin Tanrı tarafından yapmaya çağrıldığı
iştir. Weber'in anlattığına göre, Luther'in bu konudaki
görüşleri Ortaçağ'ın teolojik yorumuna bağlıdır. Yani
Luther'in öğretisinde dini yaşam, duygu kültürüne bağlı olup,
birazdan bahsedeceğim Kalvinizm'den oldukça farklıdır. Luther'e
göre: ''Parayı faize vermek ve bireylerin servet peşinde
koşmaları doğru değildir. Mesleğin yerine getirilmesi ise ahlaki
anlamda en yüksek eylem ve en üstün ibadet şeklidir. Keşişce
bir yaşam biçimi, bencilliğin ve dünya ödevlerinden kendisini
sıyıran bir sevgisizliğin ürünüdür. Meslek uğraşısı komşu
sevgisinin bir dışavurumudur. Ekonomik birimlerim çalışmaları
bir anlamda öteki için çalışmaktır.'' Weber'in anlattığına
göre, Luther'in faiz ve servet peşinde koşma ile ilgili görüşleri
kaybolup gitmiş; kendinden sonrakilere, daha önce bahsettiğimiz
(katı ve ustalaşma eğilimli) Katolik geleneksel meslek anlayışını
yıkan ve kapitalizmin ihtiyacı olan meslek anlayışının
temellerini atan şu şatırlar kalmıştır: ''Her türlü
koşullar altında dünyevi ödevin yerine getirilmesi Tanrıyı
hoşnut kılan tek yaşam biçimidir. Bu yüzden de
onaylanmış(insani ve ahlaki olmayanlar dışında) her meslek,
Tanrı katında aynı değere sahiptir.''
Luther'in başlatmış olduğu protesto, daha sonra yaygınlaşmış
ve Protestan mezheplerini ortaya çıkarmıştır. İlk olarak
Kalvinizm; Jean Calvin'in başlattığı hareket olup, 17.yy. boyunca
kapitalizmin en fazla geliştiği İngiltere, Hollanda, Fransa gibi
ülkelerde etkili olmuştur. Görüşe göre, çalışkan ve dürüst
olanlar, dünya nimetlerinden uzak durarak ibadet edenler, Tanrı'nın
selametine hak kazanırlar. Temelde günah olan şeyler ise lüks
yaşam, savurganlık ve tembelliktir. İkincisi Pietizm'dir. Dünyevi
şeyleri inkar eden, aşırı dindar, asketik bir anlayışa
sahiptir. Kalvinizm'de olduğu gibi Pietizm de -birazdan
bahsedeceğim üzere- ilahi takdir öğretisine bağlı bir
mezheptir. Üçüncüsü Metodizm'dir. John Wesley'in yaydığı bir
Protestan mezhebidir. İşçi sınıfına manevi anlamda umut ve
güven kazandırdığı söylenen bu mezhebin, kitlelere; azla
yetinip çok çalıştıkları halde, İsa'nın kurtarıcılığına
erecekleri yönünde öğütler verdiği söylenir. Günlük hayatta
metodik (hesaplı ve dakik oldukları) biz düzen takip ettikleri
için Metodistler olarak adlandırılırlar. Dördüncüsü
Baptizm'dir. Protestanların çoğuyla aynı temel inançları
taşırlar ve cemaat şeklinde örgütlenmişlerdir. Ek olarak
Püritenlık kavramına değinmek gerekir. Bu kavramın, Protestan
kelimesiyle aynı anlamda kullanıldığı söylenir. Katı ve
muhafazakar değerlere sahip olan bu mezhep, Protestanlığın özünün
korunması gerektiğini savunudur. Weber'e göre, daha önce
bahsettiğimiz B.Franklin de Püriten bir düşünürdür. Püriten
tücarrlarda rasyonellik, düzenli çalışma ve süreklilik,
Tanrı'nın emrine boyun eğme olarak kendini göstermiştir. Ayrıca
Weber, modern bireyselciliğin temellerinin (Püritenlik gibi,
asketik) Protestan mezheplere dayandığını söyler. Protestanlar,
Tanrı'nın iyi niyetlileri zenginlikle mükafatlandıracağı
anlayışını ibadetle bağ kurup güçlendirmişler, hatta
Metodistler ticari ahlak konularında vaazlar bile vermişlerdir.
Weber'e göre, ABD'deki iktisadi gelişimi sağlayan zihniyet
üzerinde (sorumluluk sahibi olmak ve çalışkanlık konularında
katı ve mükemmeliyetçi bir anlayışa sahip), Püritenlik ve
Baptizm etkili olmuştur. Weber'in ABD yorumu ise özetle şu
şekildedir: ''Amerikalı girişimciler' in, endüstri şeflerinin,
multi-milyonerlerin ve tröst krallarının arasında resmen bir
mezhebe, en çok da Baptistlere üye olanların sayısı az değildir,
hatta eski kuşaktan olanların çoğunluğunun üye olduğu
söylenebilir... Protestanların düzenli yaşam nitelikleri ve
ilkeleri, bu dinsel toplulukların benimsediği tutumlar
yaygınlaşmasaydı, kapitalizm bugünkü ulaştığı yere,
Amerika'da bile gelemezdi...''
Hollanda, İngiltere, ABD ve Almanya gibi Protestanlık mezhebinin
etkili olduğu ülkelerin, Katolik mezhebini muhafaza eden diğer
Avrupa ülkelerine göre, ekonomik anlamda daha gelişmiş olduğunu
vurgulayan Weber; Batı medeniyetleri ile dünyanın diğer
bölgelerindeki dini anlayış farklılıklarının da benzer
sonuçlara yol açtığını söyler. O'na göre kazanma isteği ile
rasyonel bir çalışma disiplinin birleşimi ilk kez Batı'da
görülmüştür. Bunun bir nedeni de dünyanın diğer
bölgelerindeki dinlerin, mistik bir yapıya dönüşmesinden
kaynaklanan iktisadi gelişmeye uygun olmamalarıdır. Hristiyanlık
üzerinde gerçekleşen reform, bu dinlerde gerçekleşmediği gibi,
Prostestanlıkta var olan -birazdan bahsedeceğim- dünyaya dönük
bir asketik anlayışa da sahip değildirler.
Protestan anlayışı ile kapitalizmin rasyonel ruhunun örtüştüğünü
düşünen Weber, Protestanlığın ahlak öğretilerinin, temelde
Kalvinci ilahi takdir öğretisine dayandığından
bahseder.
İlahi takdir öğretisinin ana hatları şöyledir:
- Dünyayı yaratan ve yöneten, insanların sınırlı akıllarının kavrayamayacağı mutlak ve yüce bir Tanrı vardır.
- Her birimizin kurtuluşu ya da lanetlenmesi Tanrı tarafından önceden belirlenmiş olup, kişinin kendi çabasıyla önceden belirlenen bu kaderi değiştirmesi mümkün değildir.
- Tanrı dünyayı keni şanı için yaratmıştır.
- İster seçilmiş, ister lanetlenmiş olsun insanın ödevi, Tanrı'nın şanı için çalışmak ve yeryüzünde onun hakimiyetini kurmaktır.
- İnsan için kurtuluş ise; ancak Tanrı'nın merhametiyle mümkündür.
Protestan mezheplerinin ortak noktası olan ilahi takdir öğretisinin,
kapitalizmin gelişmesini olanak sağlayan iktisadi yönünden
bahsetmek gerekir. Öğretiye göre, çalışmak bir fazilettir ve
insan dünyada mesleğini -Luther'den kalan meslek anlayışıdır
bu- kendisi seçebilir. Ayrıca Protestanlığın ''kurtuluşu
bahşetmenin sadece Tanrı'nın elinde olduğu'' görüşü,
kilise ve din adamları gibi aracıların dışlanmasına yol
açmıştır. Çünkü kimin seçilmiş ya da kimin lanetlenmiş
olduğuna sadece Tanrı karar verebilir, kilise ve din adamları
değil. Weber'e göre, Tanrı ile kul arasındaki aracıyı reddetme
görüşü, bireyleri doğal düzene yöneltmiştir.
Her şeyin, Tanrı'nın takdirine bağlı olduğunu belirten ilahi
takdir öğretisine göre bireyler, bu dünyada seçilmiş ya da
lanetlenmiş olduklarını bilemezler. Fakat bu Tanrı tarafından
bilinir ve aslında önceden bellidir. Calvin'in kader anlayışı da
bu şekildedir. Calvin'e göre insanlar eşit şartlarda
yaratılmamıştır, bazı insanlar için seçilmişlik söz konusu
iken bazıları için de sonsuz lanetlenme söz konusudur. Kalvinizm
mezhebinde bu seçilmişlik/lanetlenmişlik belirsizliğinin verdiği
korkudan kurtulmak için bireyler, çalışmaya yönlendirilir. Bu
dünyada çok çalışarak seçilmişliklerinin işaretlerini aramalı
ve bundan emin olmak için de mesleklerini en iyi şekilde yerine
getirmelidirler. Çünkü bu belirsizikten kurtulmanın en iyi yolu
budur. Ek olarak, bağışlanmanın koşulu da çok çalışmaktan
geçer. Bunun yanında Calvin, serveti de hor görmez. Ona göre
servet sahibi olmak Ortaçağ'daki gibi utanç verici bir durum
değildir. Çalışıp para kazanmanın erdemli bir davranış
olduğunu düşünen Calvin, iktisadi gayretleri över. Kazanmak, iş
ahlakını ve kutsal güveni yerine getirmenin yoludur, der. Faizin
yoksullara verilen borçtan alınmadığı müddetçe meşru olduğunu
düşünen Calvin, İncil ve Tevrat'taki faiz yasağının fakirlere
verilen borç para ile ilgili olduğunu ileri sürer.
Weber'e göre, Avrupa'nın Kalvinizmi kısmen kabul etmiş
bölgelerinde ekonomi hızla gelişmiştir. Çünkü keşişçe
yaşanan Protestanlığın, iç disipline ve çalışmaya ağır bir
biçimde önem verişiyle, modern kapitalizmin ruhu örtüşmektedir.
İlahi takdir öğretisinin çok çalışmayı, çok kazanmayı ve
bunu Tanrı için yapmayı emretmesinin yanında, Protestanlığın
-tüm Protestanlarda görülmemekle beraber- kapitalizmin ihtiyaç
duyduğu önemli bir yönü daha vardır: -dünyaya dönük bir-
Asketik anlayış.
Asketizm, dünya nimetlerinden vazgeçerek, ilahi amaçlara yönelme
ile ruhun kurtuluşa ereceğini ifade eden görüştür. Maddi
dünyadan vazgeçerek, manevi dünyanın önemi vurgulayan bu görüş;
aslında, Protestanların sermaye birikimine yol açmalarının kilit
noktasıdır. Ancak Weber, Protestanlığın barındırdığı bu
asketik anlayışın, dünya içi (dünyaya dönük, dünyevileşme)
şeklinde gerçekleştiğini belirtir. Dünya içi asketik anlayış,
salt çileci mistik anlayıştan -asketizmin bir anlamda dünya dışı,
yani ahirete dönük şeklinden- oldukça farklıdır. Aktif asketizm
de dediği dünyaya dönük asketik anlayışta inananların eylem
alanı dünyadır. Onlar için amaç, mistizmde olduğu gibi ''oluş''
değil, ''eylem''dir. Mistizmde inananlar, ilahi gücün
''kabı'' iken; dünyaya dönük asketizmde ilahi gücün
''aletleri''dirler. Çok çalışıp, çok üretip bunu Tanrı
için yaptıklarını düşünen insanlar, Weber'e göre, bu anlayış
sayesinde, kazandıklarını dilediği gibi harcayamadıkları gibi
kapitalizmin ihtiyaç duyduğu sermaye birikimine de neden
olmuşlardır.
İlahi takdir öğretisinin ve asketik anlayışın bütünleştiği,
bir İngiliz Protestan rahibin şu sözleri Protestan ahlakını
özetler niteliktedir: ''Kimin kurtarılacağını, kimin
cehenneme gideceğini ancak Tanrı bilir. Fakat kişinin mesleğindeki
başarısı, onun seçkinler arasında olduğunun işaretidir. Servet
kazanan tacir başarısında, Tanrı'nın onu seçmiş olduğunun
kanıtını görür. Ancak, sakın servetini lüks yaşam için
kullanma, zira bu cehenneme götüren yoldur. Zenginliğini halkın
faydası için kullan ve cemaat için bir işe yara...''
Asketik protestan ahlakı, inananlara bu dünya nimetlerinden
sakınmayı öğütler. Kapitalizmin de rasyonel bir örgütlenmeyle
beraber, üretim araçlarının gelişimini sağlamak ve yeniden
üretmek için karın büyük bir kısmının tüketilmeyip
biriktirilmesine ihtiyacı vardır. İşte kapitalizmin aradığı bu
sermaye birikimi; çok çalışıp, çok üretip, az tüketerek,
lükse ve gereksiz harcamaya kaçmayan Protestan ahlakında yatar.
Weber'e göre: ''Protestan ahlakı, yüksek kar anlayışını,
yaşam zevklerinden yararlanmak için değil, her zaman daha fazla
üretmek isteğiyle meşrulaştırır.'' Yani, Asketik
Protestanlar çok çalıştılar; yaşam zevklerinden yararlanmak
için değil, daha fazla üretmek isteğinden doğan yüksek kar
anlayışları sonucu çok kazandılar ve biriktirdiler. Asketik
anlayıştan kaynaklanan nefsin arzularına direnme ilkesi,
biriktirdiklerini ölçüsüz harcamalarına izin vermedi. Bunun
yanında servetlerinin atıl kalmasına da izin vermedi, daha çok
üretmek için daha çok yatırım yaptılar. Nihayetinde Weber'e
göre: ''Asketizmin tasarrufu zorlaması ile biriken sermaye,
kazanılmış olanın tüketilmesine karşı konulan engeller,
sermayenin üretken kullanımını sağlamıştır.''
Protestanlığın meslek öğretilerinin ise rasyonel bir yaşam
biçimi ortaya çıkardığını belirten Weber'e göre:
''Protestan ahlakının ekonomik hayata kazandırdığı en önemli
erdem, bir meslek içinde düzenli ve metodik çalışmanın dini
görev olduğudur.'' Burada belirtmek gerekir ki, Weber'e göre
kapitalist ekonomik sistem salt reformun ürünü değildir. Ancak
reformun yol açtığı mesleki anlayış ve Protestan etkiler,
devamında kapitalist ruhla flört etmiştir.
Tüketimi sınırlandırıcı ve kazanç peşinde koşmayı serbest
bırakan öğretiler O'na göre, mesleki erdeme dönüşmüştür.
Fakat zamanla dini kökler yok olmuş ve yerini dünyevi yararcılığa
bırakmıştır. Yani Weber'e göre başlangıçta aşırı
dindarlıkla (asketizm ile) ortaya çıkan bu anlayış, sonradan
bireysel yararcılığa evrilmiştir. Başlangıçta, -daha önce
belirttiğim- maddi şartlarla beraber Protestan ahlakının iktisadi
gelişmeye yön verdiğini söyleyen Weber; gelişim sağlandıktan
sonra kapitalizmin Protestanlığı belirlemeye başladığını
ifade eder. Dinin belirleyen konumdan belirlenen konuma geçmesini
ise ''dünyanın büyüsünün bozulması'' olarak niteler.
Protestanların zamanla eski duyarlılıklarını yitirdiklerini
belirten Weber, kapitalizmin Protestanlığa yön vermeye başlaması
konusuna ise yeterince değinmemektedir.
Sonuç olarak Weber kitabında, kapitalizmin oluşumundaki ahlaki
temelleri irdelemiştir. Bu doğrultuda da toplumsal ve iktisadi
gelişmeye yön veren unsurlar arasında, zihniyet faktörünün
önemini göstermeye çalışmıştır. Kapitalizmin başlangıcında
ortaya çıkan Katolik gelenekselliği sorununun ise Kilise
Reformu'nun ön ayak olduğu Protestan meslek ahlakı ile aşıldığını,
bu meslek anlayışının çalışma disiplinin de bireyciliği
doğurduğunu belirtmiştir. Protestanlığın, ''seçilmişliğin
izlerini aramanın çok çalışmaktan geçtiğini öngören''
ilahi takdir öğretisi ile ''kazandıklarını harcamama
konusunda, nefsin arzulara direnmesini sağlayan'' dünya içi
asketik anlayışının, kapitalizmin ihtiyacı olan sermaye
birikimine yol açtığını ifade etmiştir. İlkel
bir kazanma hırsı değil, özel bir ahlak dediği kapitalist ruh,
O'na göre; Protestan ahlakı ile örtüşmektedir.
Marx'a göre toplum yapısı, alt yapı ve üst yapıdan
oluşmaktadır. Ekonomik ilişkiler alt yapıyı oluştururken; din,
hukuk, siyaset gibi kurumlar üst yapıyı oluşturur. Marx'a göre
ilişkinin yönü aşağıdan yukarıya doğrudur. Yani insanlar
üretim işlerinde, kendi iradelerinden bağımsız olarak zorunlu
bir takım ilişkilere girerler. Bu üretim ilişkileri ise toplumun
ekonomik yapısını oluşturur. Toplumsal bilincin belirli biçimleri
olarak ifade edilen kanun ve politika gibi üst yapılar, hep bu
gerçeklik (yani üretim ilişkileri tarafından belirlenme) üzerine
kurulmuştur. Maddi hayattaki üretim ilişkileri ve üretim biçimi;
manevi toplumsal oluşumların karakterini belirler. İnsanların
bilinci onların geçim yolunu belirlemez. Tam tersine geçim yolu,
onların bilincini belirler. Weber'e göre ise
ilişkinin yönü, üst yapıdan alt yapıya doğrudur. Yani Marx'ın
dediğinin tersine üst yapı olan din, alt yapı olan ekonomik
ilişkileri belirlemiştir. Özetle insanların bilinci, geçim
yolunu belirlemiştir. Ancak Weber, zamanla kapitalizmin
Protestanlığa yön verdiğini de söyleyerek, bunu ''dünyanın
büyüsünün bozulması'' olarak nitelendirmiştir.
Batı medeniyetlerinin, geleneksel toplum
yapısından modern toplum yapısına geçişinin; reform ile
başlayan rasyonelleşme süreci3
sonucunda olduğunu belirten Weber: ''Yeni
kapitalist düzenle, birer hiç olan ruh yoksunu uzmanlık
insanlarının (kapitalist ruhtan yoksun Katolik geleneksel meslek
anlayışına sahip, ustalaşma eğilimli insanlar) ve yürek yoksunu
zevk insanlarının (Ortaçağ'da zevkine, harcamasına düşkün,
kötü gözle bakılan servet sahibi insanlar), daha önce
ulaşmadıkları bir insanlık düzeyine eriştiklerini'' ifade
eder.
1
Weber'in sıkça bahsettiği
rasyonellik, en yalın ifadeyle; duygusallıktan ve geleneksellikten
uzak bir biçimde davranışlarda mantıklı, tutarlı ve hesaplı
olmak denilebilir.
2
Iktisadi anlamda rasyonalizm ise, kazanç fırsatlarını; alışılmış
kalıpların ve geleneklerin dışına çıkarak, akıl ve hesap
çerçevesinde değerlendirmektir, diyebiliriz.
3
Nicolaus
Copernicus'un, Kilise'nin dediği gibi her şeyin Dünya'nın
etrafında değil Güneş'in etrafında döndüğünü iddia eden
teorisiyle başlayan bilimsel rasyonelleşme süreci, Giordano
Bruno'nun Copernicus Teorisi'ni savunarak, evrenin sonsuz olduğunu
ve sonsuz evrende Dünya'dan başka bir çok gezegenin olduğunu
söylemesiyle devam etmiş; Galileo Gelilei'nin basit bir dürbünden
ilham alarak, bunu teleskoba çevirmesi ve Jupiter'in uydularını
izleyerek her şeyin Dünya'nın etrafında dönmediğini
ispatından; Isaac Newton'un, evrenin mutlak fizik kanunlarının
olduğu yönündeki görüşleriyle beraber, insan aklına olan
güvenin pozitif bilimlerin yanı sıra toplumsal bilimleri de
şekillendirmesiyle, toplum yapısının doğal
düzene
tabi olduğu anlayışının doğmasına kadar uzanmıştır,
denilebilir.